21 Haziran 2009 Pazar

"Evlat Edinme" Üzerine...

Arkadaşlar,
Bugün sahilde akşamüstü gün batarken, haftada bir yaptığım gibi 5km. jog yaptım. Jog yaparken düşünüyorum...
Ben evliyim ve yakın vadeli planımda çocuk sahibi olmak yok, ama çocuk sahibi olmaya karar verirsem, hayatımın daha anlamlı olacağını biliyorum.
  • Ben küçükken kız kardeşim ile yüzmeye gidiyordum, çok eğlenceli ve sağlıklı bir spor. Onu da yüzmeye yazdıracağım. Yıllar boyu hiç bırakmayacak yüzme sporunu...
  • Ayrıca piyano çalmasını öğrenecek, eşim çok güzel piyano çalıyor. Evde şu anda org var, ama piyano alabilirim.
  • Yabancı dil öğrenmeye küçük yaştan başlayacak. Evrensel görüş sahibi olacak çocuğum.
  • Geçmişini, atasını, Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlatacağım. Nutuğu okuyacağız...
  • Kitap okumayı sevdireceğim.
  • Spor, müzik, kitap ile çokça meşgul edeceğim. İnternet ve bilgisayar oyunu başında büyümeyecek çocuğum, fırsatı kalmayacak bilgisayar oyunlarına.
  • Hedefleri olmasını sağlayacağım. Doktorluk mesleğini tanıtacağım, sevdirmek için konuşacağım.
  • Doğayı seven bir çocuk yetiştireceğim.
Peki biolojik çocuğum olmaz ise ya da olur ise de çocuk evlat edinmeye nasıl bakıyorum...
Neden halkımız yeterince çocuk evlat edinmiyor merak ediyorum:
  • Kendi canından olmayan çocuğa mirasını mı bırakmak istemiyorlar.
  • Kendi canından oldu mu ne fark ediyor?
  • Başkası zevk için çocuk yapmış, çocuğuna ben mi bakacağım? diyenler var.
  • Türkiye'de 84 yuva ve bu yuvalarda 8.910 çocuk var.
  • Evlat edinmek için gereken şartlar aşağıdaki linkte
  • http://www.adalet-hukuk.com/yeni_sayfa_7.htm
  • İzmir Karşıyaka Çocuk yuvasının Web Sitesini ziyaret edin ve Bekar dahi olsanız bir çocuğun koruyucu ailesi olabileceğinizi görün. Aşağıdaki linkte...
  • http://www.karsiyakayuva-shcek.gov.tr/?pg=koruyucuaile
  • Ya da bu yuvaları ziyaret edip bu çocuklardan birine destek olun.
  • Ya da yuvanın hesabına para yardımında bulunabilirsiniz.
  • Gönüllü çalışan da olabilirsiniz. Haftada bir, hatta ayda bir bile çalışabilirsiniz...

20 Haziran 2009 Cumartesi

Karaoke Ne Demek?

  • Kara : Kayıp, eksik demek
  • Oke : Orkestra, band demek
  • Şarkı sözlerini takip edebileceğimiz bir ekran yardımıyla şarkının sözlerini müzikle beraber doğaçlama olarak seslendirmek. Şarkıyı söyleyen sanatçının sesi duyulmaz, sadece şarkının müziği duyulur.
Menşei Japonya olan bu eğlenceyi daha çok erkekler tercih ediyor, korkunç seslerinden çekinmeden, içkiler eşliğinde bağıra bağıra karaoke yapılıyor :)
Şimdi size karaoke yapabilmeniz için çok güzel bir program önereceğim. Karaoke çalışmalarınızı kayıt da edebiliyorsunuz bu program sayesinde
http://www.karafun.com/
Mp3 dosyanızı programda açın, play tuşuna basın
Programdaki Vocal Reducer (Şarkıcı sesini azaltıcı) tuşu yukarı itin yeter
mikrofonunuza şarkıyı söyleyin, hoparlörleri de açın sonuna kadar ve herkes sesinizin güzelliğine hayran kalsın :)
Tavsiye edebileceğim şarkı Boney M - One Way Ticket
Not: her şarkıda şarkıcının sesi tamamen kısılamıyabiliyor, sesi çok yönlü sanatçılardan kaçının :)
İyi eğlenceler

12 Haziran 2009 Cuma

Biri Bizi Gözetliyor Programı'ndan Bu Güne...

Yarışmaya katılma fikrim:
Perde pazarlama işinde çalışıyordum, çalışanların emeklerinin karşılığını alabildiğine inanmadığım bu işte 3 ay kadar çalışıp ayrıldım. İnternet üzerinden iş başvuruları yapmaya başlamıştım. Yine internet cafe'de iş başvuruları yapmadan evvel sitelerde surf yaparken :) chat ;) Bu televizyon şovunun da reklamı vardı ve başvuru için son gün olduğunu gösteriyordu ilan. Başvurdum.
İki gün sonra aradılar. Ben öylesine başvurmuştum. Yarışmada olma hayalim de hiç yoktu. Bir arkadaşım ile basket oynarken sormuştum, BBG yarışması için yarına ön görüşmeye çağırdılar gideyim mi diye... Neyse... Ani bir karar ile ertesi gün öğlen, işim gücüm de yok... gittim görüşmeye... form verdiler... yazdım okuduğum gazete, oy vermiş olduğum siyasi parti, köşe yazarları, yazarlar, kitaplar, izlediğim programlar... Farklı görüşlerden kişiler katılıyor yarışmaya... dini görüşümüzü bile sormuşlardı... Her neyse...Doldurmuş olduğum forma bakarak sorular sordular... Gerçekten o yazarları okuyup okumadığıma ilişkin...Neyse... Ben mülakatta gayet güleryüzlü ve misafirperver idim. "İzmir'e hoş geldiniz..."dediğimi de hatırlıyorum..."Sen hep güler misin?" demişlerdi. "Evet, hep gülerim..." demiştim, gülerek :))

İstanbul'daki mülakatlar, fotoğraf çekimleri de 15 gün kadar sürdü...

Yarışmada taksi görevi ile evden dışarı çıktığım anları iple çekiyordum. Ailem ile hiç görüşme imkanı bulamıyordum. Ancak, bir defasında BBG taksiye eskortluk eden body-guard'lar sağolsunlar cep telefonunu bana vermişlerdi ve yapımcıdan gizli gizli babam ile görüşebilmiştim...
100 gün elenmedim ve evde kaldım. Her hareketinin izleniyor olması eğlenceli bir his... Evde eğlenebilmek için çok çabaladım, ancak, Türk halkı biraz sıcak kanlı olduğundan, daha çok kavga eden ve kavga sonunda hiç bir şekilde mağlup ayrılmayan, sonuna kadar giden kişilere oy veriyor. Yarışmanın birinciliği de o doğrultuda şekilleniyor. Gerçi kazanan arkadaş Viken için kavgacı idi diyemem, ama yarışmada tartışmak gerekiyordu... O da fikirlerini sürekli açıkladı ve tartıştı, bu yarışmalar bu şekilde kazanılıyor... Yarışma içinde bunu farketmiştim, bir-iki denemiştim, ama benim mizacıma ters olduğundan bana da pek yakışmıyor. Bu nedenle iyi oy alamamıştım. Hep sonlarda idim. Evde iki cephe oluşmuştu arkadaşlar arasında... Ben iki cephede de yer almadığımdan sonuna kadar beni elememişlerdi...

Not: Yarışmadan çıktıktan sonra en sık sorulan sorunun cevabını veriyorum. "Evet, evde olduğumuz sürece hiç cinsellik yaşayamıyoruz, sürekli kameralar önünde olduğumuz için. Yasak idi ayrıca..."

Ama yazlık yarışmada biraz daha tartıştım, Orada Neler Oluyor? adlı yazlık yarışmada. O yarışma, BBG5'den bir evvelki yarışma BBG4 yarışmacıları ile ortak bir yarışma idi. Beni de o yarışmaya çağırmışlardı... Yazlık yarışmada da 4 defa birinci olmuştum, ama finalde 4.olduğum için otel tatili ödülü kazanmıştım. Alanya'daki Alaiye otel'de ailece 1 hafta konaklamıştık...

Yarışmanın faydaları neler oldu ?

1. Sosyal bir kişi oldum. Üniversite'de iki arkadaş bilardo oynardık sürekli ya da basket oynardık. Yani hiç mi hiç sosyal değildim. Ama çok yabancı dizi izlediğim için hayat görüşüm gelişmişti, kendime güvenim tam değildi, uygulamaya geçmemiştim hiç düşüncelerimi... Genelde yalnız bir kişi olduğum için de toplum içinde biraz çekingen idim.

2. Hayatta güzel günlerin beni beklediğini umardım hep üniversitede ve lisede. O güzel günlere hızlı bir giriş yaptım. Yarışmanın yararını gördüm. Bir çok arkadaş edindim. Çok hızlı ve kolay iletişim kurabilen bir kişi oldum. Tv'de toplam 130 gün 24 saat canlı yayında idim. Halkımızın bir kısmının olumsuz anlamda tepkisini çekecek bir kişi olmadığımı gördüm. Bu da beni gururlandırdı. Türk halkının görüşlerine uygun olmayan yaşam tarzımı bile insanlara yadırgatmadan, gülümseterek anlatabildim. Mesela, evin içinde ayaklarımı sehpalara uzatarak oturmam eleştiriliyordu. Oysa ki o programda yatıp uyuyana kadar izleniyorsun, salonda ayaklarını uzatman ayıp kaçıyor, halkın önünde olduğun için, ilginç... Ayrıca ben ailemin gözü önünde de ayaklarımı hep uzatırdım. Böyle yetiştik, babamla, annemle, kız kardeşimle, en samimi arkadaşımdan daha da yakın arkadaş olarak yetiştim, her şeyimizi paylaştık... Sağlıklı da yetiştiğime inanıyorum...

3. Güzel günler, imza günleri çok uzun sürmüyor... İmza günleri, insanların arabalarından fırlayıp yolda yürürken benim boynuma sarılmaları. Bana hep güler yüzle yaklaşmaları beni hep gururlandırıyordu. İnsanlar sesimden bile konuşanın ben olduğumu anlıyorlardı. Dönüp, beni sesimden tanıdıklarını söylüyorlardı :))

4. Bu günler bitince ya tv'de bir rol ya da reklam ya da bir proje ile daha da yükselmem gerekiyordu. Ama belki de o kapasiteyi kendimde bulamadığımdan, istanbul'da herhangi bir ajansa bile gidip başvurmadan, Gerçek, düzenli bir işe girmek için yarışmadan çıkar çıkmaz başvurduğum ilaç firması ilanlarının mülakatlarına gittim. Henüz 2 firma ile görüşüyordum ki ilk bana görüşmelerde olumlu yanıt veren firmaya girdim. Yarışmada olumlu anlamda tanınmış olmamın yararını ilaç firmamın mülakatında gördüm diyebilirim. Bana güleryüzle yaklaşmışlardı. Firma ile ilgili de internetten epeyce bilgi toplamıştım, tarihçesi, ürünleri, neden bu firma, neden tıbbi mümessillik...? sorularına güzelce hazırlanmıştım. Mülakata şık giyinerek gitmiştim...

5. İlaç firmasına girince, altımda arabam, üzerimde takım elbisem. Artık daha çok arkadaşım vardı. Çok daha mutlu olmuştum. Yani şöhret filan patlar söner, önemli olan zeki, çalışkan, ahlaklı olacaksın, firmanı seveceksin, işini severek yapacaksın. Her şey inanılmaz güzelleşiyor...

6. Eşim ile tanıştıktan bugüne, ailemin reisi olmanın verdiği gurur herşeyin üzerinde bir mutluluk...

5 Haziran 2009 Cuma

Dünya Çevre Günü ve Ağaç Dikmek

İzmir'in Bayındır ilçesi için Türkiye'nin çiçek bahçesi diyebiliriz.
Her hafta Bayındır'a işim gereği gidiyorum ve fideler, çiçekler alıyorum.
Ömrümüz boyunca oksijen tüketiyoruz. Peki oksijen üretiyor muyuz...
Hayatımız boyunca tüketecek miyiz? Sürekli Dünya'nın nimetlerini sömürecek miyiz? Yoksa ekolojik dengeyi düzeltmeye de çalışacak mıyız?
Çiftçi kardeşlerimiz olmasa Türkiye çoktan çöl olurdu... Her hafta köylere de gitme fırsatı buluyorum Bayındır'da... Çiftçi sadece cebi para dolsun diye doğa ile ilgilenmiyor, doğayı seviyor, çiftçilik günümüzde malesef doğru düzgün para da etmiyor. Çiftçilerimiz tarlaları işliyor, ağaçlarına bakım yapıyor, doğa da hem onları hem bizi besliyor bunun karşılığında... Çiftçiler olmasa aç kalırdık. Sağolsunlar. Ürünlerini satmaları için kooperatif kurmaları gerekiyor, devletten destek alamıyorlar, devlete ürünleri satamıyorlar, özel sektöre de kolay kolay satamıyorlar. Eskiden kendi kendine yeten ülkemiz, artık duyuyoruz ki Amerika'dan buğday alıyor, mısır alıyor... İlginç... Daha ucuz olduğu için yurt dışından buğday alınarak, çiftçiliği bitiriyoruz, amerika'ya bağımlı hale geliyoruz ve amerikayı kalkındırıyoruz. Oysa amerika en basitinden halen Türk tekstiline kota uyguluyor, tabi çiftçinin ürettiği pamuk da artık para etmiyor...
Konu çok dağıldı...

Arkadaşlar, almış olduğum fideler 15cm boylarında idiler. Biri fıstık çamı, diğeri de çınar fidesi...
Balkonumda büyük saksılarda büyüdüler iyice. Çınar çok hızlı büyüyor, 2metre boyuna ulaştı. Bugün 4 adet tahta aldım marangozdan 2şer metrelik, bir de tel örgü. Artık çınar ağacımı ağaçsız bir yer bulup dikeceğim. Bol bol sulamaya devam edeceğim. Ömrüm boyunca Dünya'ya ne kadar yararım olacak bilmiyorum, ama bir hayli oksijen tüketmemiş olacağımdan eminim. Amacım,vermiş olduğum zararı telafi etmek ve bir çok kişiye de oksijen sağlamak... Sanırım 1 ağaç 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor...

Çınar ağacım, yaşarsa 800 yıl gölge de yapacak yazları ve Green House Effect, sera etkisini bir nebze ortadan kaldıracak, dünya'nın ısınmasını durduracak, buzulların erimesi duracak, ekolojik denge sağlanacak.

Herkes ağaç dikse n'olur arkadaşlar... Orman, toprak erezyonunu önler, ayrıca orman, toprağa direk güneş ışığı düşmesini önler ve bulunduğu ortamın aşırı ısınmasını önler. Dolayısıyla coğrafyadan hatırladığım kadarıyla, soğuyan havanın maksimum nem taşıma kapasitesi daha azdır ve bağıl nem oranı artacağından yağmur oluşur... Kuraklık da önlenmiş olur...
Doğa, asfalt yollarla kaplanıyor, yolların etrafı ağaçlandırılmalı ki bu asfalt yollar dünyamızı iyice ısıtmasın....

Biz bu dünya'yı, doğayı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık...
-Bir ulusun uygarlık düzeyi, üzerinde yaşadığı toprakları ağaçlandırmasıyla ölçülür. Franklin Roosevelt.

Alttaki linkte ağaçlandırma çalışmalarımın bir kısmını görebilirsiniz arkadaşlar...

http://ayhancapan.blogspot.com/2015/04/every-year-i-plant-20-sapplings.html